0 212 885 88 18
info@karanfilbakimmerkezi.com.tr

Makaleler

Şizofreni

Şizofreni Nedir?

Şizofreni, bireylerin gerçekliği anormal olarak yorumladıkları ve gerçek ile gerçek dışını birbirinden ayıramadıkları zihinsel bozukluğa verilen isimdir. Şizofreni, halüsinasyonlar, sanrılar, günlük işleyişi bozan son derece düzensiz düşünme ve davranışların kombinasyonlarından meydana gelebilir ve bireyi bütünüyle etkisiz hale getirebilir.

Şizofreni hastaları için tedavinin yaşam boyu sürdürülmesi gereklidir. Erken başlayan tedavi, semptomların ciddi komplikasyonlar gelişmeden kontrol altına alınmasına yardımcı olabilir ve bireyin uzun vadede hayat kalitesini iyileştirecek adımların atılmasını mümkün kılabilir.

Şizofreni Neden Olur?

Tıp ve akıl sağlığı uzmanları şizofreni durumunun gelişmesine neyin neden olduğu henüz kesin olarak belirlememiştir. Ancak araştırmacılar genetik yapının, beyin kimyasının ve çevrenin bir kombinasyonunun şizofreni durumunun gelişmesine katkıda bulunduğuna inanmaktadır.

Yapılan araştırmalar sonucunda dopamin ve glutamat adı verilen nörotransmitterler dahil olmak üzere doğal olarak oluşan bir takım beyin kimyasallarıyla ilgili sorunların şizofreniye katkıda bulunabildiği gözlemlenmiştir. Nörogörüntüleme çalışmaları, şizofreni hastalarının  beyin yapısı ve merkezi sinir sisteminde diğer bireylere göre bulunan farklılıkların mevcudiyetine işaret etmektedir. Araştırmacılar bu değişikliklerin tam etkilerinin ne olduğu konusunda emin olmasalar dahi, şizofreninin bir beyin hastalığı olduğunun işareti olarak kabul etmektedirler.

Ailede şizofreni geçmişine sahip bireylerin varlığı, genç yaşta ve genç yetişkinlik döneminde psikoaktif veya psikotropik ilaç kullanımı ve hamilelik sürecinde yetersiz beslenme veya beyin gelişimini etkileyebilecek toksinlere veya virüslere maruz kalma gibi doğum komplikasyonları gibi bir takım faktörlerin bireylerde şizofreni görülme ihimalini yükselttiği bilinmektedir.

Şizofreni İle Ortaya Çıkabilecek Komplikasyonlar Nelerdir?

Tedavi edilmeyen şizofreni bireyin hayatının her alanını etkileyen ciddi sorunlara neden olabilir.  Şizofreninin neden olabileceği veya ilişkili olabileceği komplikasyonlar arasında öncelikle İntihar etmek, intihar girişimleri ve intihar düşünceleri olmak üzere anksiyete bozuklukları ve obsesif kompulsif bozukluk ya da kısaca OKB, depresyon, iş veya eğitim hayatına katılamama, maddi sorunlar ve evsizlik, sigara kullanımından kaynaklı nikotin dahil olmak üzere alkol veya diğer uyuşturucuların kötüye kullanılması, sosyal izolasyon, sağlık ve tıbbi sorunlar, mağdur olmak, ve nadir olarak saldırgan davranışlar sayılır.

Şizofreni Nasıl Önlenir?

Ne yazık ki şizofreniyi bütünüyle önlemenin kesin bir yolu yoktur. Sadece, tedavi planına bağlı kalmak görülen semptomların tekrarlamasını veya daha ağırlaşmasını önlemeye yardımcı olabilir.

Şizofreni Belirtileri Nelerdir?

Şizofreni, bireyin düşünme tarzı yani bilişi,   davranışları ve duygularıyla ilgili bir dizi sorundan meydana gelir. Şizofreni belirtileri ve semptomları her bireyde farklılık gösterir ancak, genellikle bireyde sanrılar, halüsinasyonlar veya düzensiz konuşmaların varlığı ile genel bir işlev bozukluğu gözlemlenebilir.

Sanrılar gerçeğe dayanmayan yanlış inançlar olarak tanımlanır. Birey zarar gördüğünü veya tacize uğradığını düşünebilir, belirli hareketler veya yorumların her zaman kendisine yönelik olduğuna inanabilir, olağanüstü bir yeteneği veya şöhreti olduğunu düşünebilir, başka bir bireyin kendisine aşık olduğuna inanabilir veya büyük bir felaketin meydana gelmek üzere olduğu fikrini savunabilir. Şizofreni hastası bireylerin çoğunda belirti olarak sanrılar gözlemlenir.

Halüsinasyonlar ise genellikle var olmayan şeyleri görmek, duymak veya algılamak olarak tanımlanır. Halüsinasyonlar gerçek olmasalar dahi, bir şizofreni hastası için, normal bir deneyimin tüm etkisine ve gerçekçiliğine sahiplerdir. Halüsinasyonlar beş duyudan herhangi birinde gözlemlenebilir, ancak en yaygın olarak çeşitli seslerin duyulması şeklinde ortaya çıkar.

Bireyde düzensiz düşünme semptomunun varlığı genel olarak düzensiz konuşma belirtisinin gözlemlenmesi sayesinde ortaya atılabilir. Bireyin çevresindekiler ile etkili iletişim imkanı bozulur ve kendisine sorulan sorulara verilen cevaplar çoğunlukla kısmen veya tamamen ilgisiz olabilir. Daha nadir vakalarda konuşma anlaşılamayan, anlam taşımayan veya uydurma kelimeleri bir araya getirmek şeklinde gerçekleşebilir.

Çocuksu hareketlerden öngörülemeyen ani ajitasyona kadar geniş bir yelpaze üzerinde son derece düzensiz veya anormal motor davranışlar gözlemlenebilir. Bir çok vakada bu hareket ve davranışlar bir hedefe odaklanamaz, bu yüzden bireyin çeşitli görevleri yerine getirmesi çok zor bir hal alır. Anormal motor davranışlar, verilen talimatlara karşı koymayı, uygunsuz veya tuhaf bir vücut duruşu almayı, çevresel etkenlere karşı tam bir tepkisizliği ya da bulunan duruma göre gereksiz ve aşırı hareketlenmeyi içerebilir.

Negatif belirtiler ise bireyin normal bir şekilde işlevini sürdürme yeteneğinin azalması veya bütünüyle bulunmaması durumudur. Örneğin, birey kişisel hijyeni bütünüyle ihmal edebilir veya göz teması kurmayarak, yüz ifadesini değiştirmeyerek ya da monoton bir şekilde konuşarak duygusuz bir hal alabilir. Bütün bunlara ek olarak birey günlük hayatın gerektirdiği aktivitelere dahi ilgisini kaybedebilir, sosyal olarak kendisini uzaklaştırabilir veya haz alma bütünüyle yeteneğinden yoksun kalabilir.

Şizofreni belirti ve semptomlarının tipleri ve şiddeti zaman içerisinde değişiklik gösterebilir. Bazı semptomlar hafifledikleri ve ağırlaştıkları bir dalga düzenini takip ederken, diğer semptomlar sürekli ve kalıcı olabilir.

Tipik vakalarda şizofreni semptomları erkekler arasında 20’li yaşların başından ortalarına kadarlık dönemde başlarken, kadınlar arasında semptomlar tipik olarak 20’li yaşların sonlarında görülür. Ergenlik dönemi öncesi çocuklar ile 45 yaşından büyük bireylere şizofreni tanısı konulması çok nadir görülen bir durumdur.

Ergenlerdeki şizofreni semptomları yetişkinlerdekine benzerlik gösterir, ancak bu durumu önceden belirlemek genellikle daha zordur. Bunun başlıca sebepleri, şizofreninin erken semptomlarının bir kısmının, gençlik yıllarındaki tipik gelişim sürecinde görülen arkadaşlardan ve aileden uzaklaşma, motivasyon eksikliği, okulda performans düşüşü, sinirlilik veya depresif ruh hali, veya uyku problemi gibi davranışlar ile paralellik göstermesidir.

Bütün bunların yanı sıra uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin kullanımı, bireylerde şizofreni benzeri belirti ve semptomların gelişmesine yol açabilir.

Yetişkinlerde gözlemlenen şizofreni semptomları, gençlerde görülenler ile  karşılaştırıldığında, genç hastalarda sanrılara sahip olma olasılığının daha düşük, halüsinasyon görülmesi olasılığının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.

Şizofreni Hastasına Nasıl Yardım Edilir?

Şizofreni hastaları, yaygın olarak içinde bulundukları zorluğun ağır ve ciddi bir tıbbi müdahale gerektiren bir zihinsel bozukluktan kaynaklandığının farkında değillerdir. Bu sebeple şizofreni hastaları için yardım almak sorumluluğu genellikle aileye veya arkadaşlara düşer.

Bir bireyin şizofreni belirtileri gösterdiğini düşünen kişiler öncelikle endişeleri hakkında o bireyle konuşmalıdır. Her ne kadar bireyi profesyonel yardım almaya zorlamak mümkün olmasa dahi, bireyin uzman bir doktor veya akıl sağlığı uzmanına ulaşması konusunda bireye yardımcı olmak mümkündür.

Bazı vakalarda ve dönemlerde bireyin acil olarak hastaneye yatması gerekebilir. Eğer birey, kendisi veya başkaları için tehlike oluşturuyorsa veya kendi beslenmesini, barınmasını ya da giyimini kendisi sağlayamıyorsa, durumun bir zihinsel sağlık uzmanı tarafından değerlendirilebilmesi için bireyin yakınlarının bir sağlık uzmanına veya bir acil durum görevlisine başvurması tavsiye edilir.

Şizofreni ve İntihar Düşünceleri ile Davranışı

İntihar düşünceleri ve davranışı şizofreni hastaları arasında yaygın olarak görülen bir durumdur. Eğer bir bireyin intihar etme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu düşünülüyorsa veya intihar girişiminde görüldüyse, birey yalnız bırakılmamalı ve derhal 112 acil hattı aranmalıdır. Eğer güvenliği sağlamak mümkün olursa, birey en yakın hastanenin acil servisine götürülebilir.

Şizofreni Nasıl Teşhis Edilir?

Şizofreni teşhisi sürecinde, diğer akıl sağlığı bozuklukları ihtimali ortadan kaldırılır ve semptomların madde bağımlılığı, ilaç veya tıbbi bir duruma bağlı olup olmadığı belirlenir. Bunun için öncelikle gerçekleştirilen fiziksel muayene semptomlara neden olabilecek diğer tıbbi sorunları ortadan kaldırmak ve ilgili komplikasyonları kontrol etmek için yapılır.

Benzer semptomlara sahip durumların dışlanmasına yardımcı olan testler ile alkol ve uyuşturucu taramaları, bir sonraki adımda kullanılabilir. Doktor ayrıca şizofreni hastalarının beynindeki değişikliklerin varlığını saptamak için manyetik rezonans taraması veya bilgisayarlı tomografi taraması gibi görüntüleme çalışmalarına da başvurmak isteyebilir.

Bir doktor veya akıl sağlığı uzmanı, görünüşü ve tavrı gözlemleyerek ve düşünceler, ruh halleri, sanrılar, halüsinasyonlar, madde kullanımı ve şiddet veya intihar potansiyeli hakkında sorular sorarak bireyin zihinsel durumunu kontrol eder ve bir psikiyatrik değerlendirme yapar. Bu süreçte bireyin kendisinin ve ailesinin de tıbbi geçmişi irdelenir. Psikiyatrik değerlendirmede şizofreni için tanı kriterleri göz önünde tutulur.

Şizofreni Nasıl Geçer?

Şizofreni zaman içinde kendiliğinden geçen bir durum değildir. Hayat boyu yoğun bir tedavi süreci gerektiren, bireyin kendisinin farkında olmasa bile yakınlarının desteğine ihtiyaç duyduğu kalıcı bir durumdur.

Şizofreni Nasıl Tedavi Edilir?

Şizofreni hastalığı, semptomlar azaldığında bile ömür boyu tedavi gerektirir. İlaçla ya da  psikososyal terapi, bireyin durumu yönetmesine yardımcı olabilir. Bazı vakalarda, özellikle kriz dönemlerinde veya semptomların şiddetli seyretmeye başladığı dönemlerde bireyin güvenliğinin, doğru beslenmesinin, yeterli uyku düzeninin ve temel hijyeninin sağlaması için hastaneye yatırılması gerekli olabilir.

Normal şartlarda şizofreni tedavisi süreci deneyimli bir psikiyatrist rehberliğinde bir ekip tarafından sürdürülür. Bu ekipte bireye sağlanacak bakımı koordine etmek için bir psikolog, bir sosyal hizmet uzmanı, bir psikiyatri hemşiresi ve bir vaka yöneticisi bulunabilir. Tam ekip yaklaşımı, şizofreni tedavisi konusunda uzman kliniklerde mevcuttur.

İlaçlar tedavisi şizofreni tedavi sürecinin temel taşıdır. Antipsikotik ilaçlar bu süreçte en sık reçete edilen ilaçlardır. Kullanılan ilaçların dopamin adı verilen bir beyin nörotransmitterini etkileyerek semptomları kontrol ettikleri düşünülmektedir. Antipsikotik ilaçlarla tedavinin amacı, belirti ve semptomları mümkün olan en düşük doz ilaç kullanımı ile etkili bir şekilde yönetmektir. Psikiyatrist, bu sonuca ulaşmak ve zaman içinde bireyin değişen şartlarına uyum sağlamak için farklı ilaçlar, farklı dozlar veya kombinasyonlar deneyebilir.

Antidepresanlar veya anti-anksiyete ilaçları gibi diğer ilaçlar da bu süreçte antipsikotik ilaçlara destek olabilir. Normal şartlarda semptomlarda bir iyileşme olduğunu fark etmek birkaç haftalık bir süreci gerektirir. Şizofreni ilaçlarının ciddi yan etkileri, bireyi ilaç kullanımına karşı isteksiz kılabilir. Tedavi sürecinde hastanın işbirliği yapma isteği ilaç seçimini etkileyebilir, örneğin hap almaya karşı koyan bir hastaya enjeksiyon yapılması gerekebilir.

Şizofreni tedavisinde kullanılan birinci nesil antipsikotikler, aralarında geri döndürülebilir veya geri döndürülemeyen bir hareket bozukluğu olan geç diskinezi geliştirme olasılığı da bulunmak üzere yaygın ve potansiyel olarak önemli nörolojik yan etkilere sahiptir.

Bazı antipsikotikler kas içi veya deri altı enjeksiyon olarak verilebilir. İlaca bağlı olarak genellikle her iki ila dört haftada bir kullanılırlar.

İlaç müdahalesi sonucunda şizofreni kaynaklı psikoz durumu düzeldiğinde, ilaç tedavisine devam etmenin yanı sıra, psikolojik ve sosyal yani psikososyal müdahaleler de tedavi süreci için önem kazanır. Buna göre gerçekleştirilecek bireysel psikoterapi, hastanın düşünce kalıplarını normalleştirmeye yardımcı olabilir. Ayrıca, bireye stresle başa çıkmayı öğrenmek ve şizofreni semptomlarının tekrarlamasının erken uyarı işaretlerini belirlemek, hastalığın yönetilmesinde bireye yardımcı olabilir.

Psikososyal müdahale ile tedavi sürecinde verilecek sosyal beceri eğitimi, bireyin iletişim ve sosyal etkileşimlerini geliştirmeye ve günlük faaliyetlere katılma yeteneğini artırmaya odaklanır. Aile terapisi ise şizofreni ile uğraşan ailelere destek ve eğitim sağlar. Mesleki rehabilitasyon ve destekli istihdam şizofreni hastalarının iş eğitimini almalarına, iş bulmalarına, ve işi sürdürmelerine yardımcı olmaya odaklanır. Şizofreni hastalarının çoğu bir çeşit günlük yaşam desteğine ihtiyaç duyar. Uygun tedavi ile şizofreni hastalarının çoğu hastalıklarını yönetebilir ve normal ya da normale yakın bir hayat sürdürebilir.

İlaç tedavisine yanıt vermeyen şizofrenili yetişkinler için son bir çare olarak elektrokonvülsif tedavi yani EKT düşünülebilir.

Şizofreni İçin Yaşam Tarzı Değişiklikleri Ve Evde Bakım

Şizofreni kadar ciddi bir zihinsel bozuklukla başa çıkmak, hem hasta birey, hem de arkadaşları veya ailesi için zordur. Bu durumla başa çıkmak için öncelikle bireyin ve çevresinin şizofreni hakkında doğru bilgi edinmesi önemlidir. Bozukluk hakkında eğitim, hem şizofreni hastasının tedavi planına bağlı kalmanın önemini anlamasına hem de çevresindeki arkadaşlarının ve ailesinin bozukluğu anlamasına ve hastalığa sahip kişiye karşı daha şefkatli olmasına yardımcı olabilir.

Şizofreniyi yönetmek devam eden bir süreçtir. Tedavi hedeflerini akılda tutmak ve onlara odaklanmak, şizofreni hastasının motive kalmasına yardımcı olabilir.

Birey alkol ve uyuşturucu kullanımından kaçınmalıdır. Alkol, nikotin veya keyif verici ilaçlar kullanmak hem kendi etkileri bakımından, hem de tedavi sürecinde kullanılan ilaçlar ile etkileşime girerek ortaya çıkarabilecekleri yan etkiler bakımından tedavi sürecini zorlaştırabilir.

Bireyin ve yakınlarının bir destek grubuna katılması tavsiye edilir. Şizofreni hastaları için destek grupları, benzer zorluklarla karşılaşan başkalarına ulaşmaya, ve onların deneyimlerinden faydalanmaya yardımcı olabilir. Destek grupları ayrıca aile ve arkadaşların durum ile başa çıkmasına yardımcı olabilir.

Bipolar Bozukluk Nedir?

Bipolar bozukluk diğer bir adıyla manik-depresif bozukluk kişinin ruh hali, enerjisi, konsantrasyonu ve günlük yapılan aktivitelerini yerine getirme becerisini etkileyen bir psikolojijk-psikiyatrik bir rahatsızlıktır.

Bipolar bozukluk, kişinin bir anda kendini çok iyi hissederken, bir süre sonra içine kapanık bir hale gelmesine neden olabilir. Bipolar bozukluk, kişinin manik depresyon tanımına da uyan ruh hallerine bürünmesine sebep olabilir. Bu nedenle hastalığa tanı konma aşamasında, psikologlar tarafından yapılacak değerlendirme büyük önem arz etmektedir.

Bipoların en belirgin özelliği kişinin ruh halinin uçlarda olmasıdır. Bipolar bozukluk en yüksek seviyedeyken kişi hiperaktif bir ruh haline bürünür ve kendini çok mutlu hisseder. Fakat depresyon haline büründüğünde ise dış dünyaya kendini kapatabilir ve hatta intihar eğilimi gösterebilir.

Bipolar bozuklukta duygu durum atakları ileri seviyede değilse eğer yılda birkaç defa meydana gelebilir. Çoğu insan duygu durum bozukluklarını fark edebilirken, ileri seviye bipolar bozukluğu yaşayanların bu durumu kendi kendine fark etmesi zordur.

Bipolar bozukluk genetik aktarımla geçebileceği gibi, sonradan travmalar bağlı olarak da gelişebilmektedir. Depresyondan şikayetiyle doktora giden kişilerin birçoğu gerçekte bipolar bozukluk yaşar.

Nedenleri

Bipolar bozukluğun kesin nedeni bilinmemektedir fakat bir kişinin bipolar tanısı alabilmesi için birçok durumun bir arada geliştiği faktörler olduğu belirtiliyor. Bu faktörler arasında; beyindeki kimyasal dengesizlikler, genetik aktarım ve tetikleyici faktörler yer almaktadır.

Beyindeki kimyasal dengesizlik

Bipolar bozukluğun, beyindeki kimyasal dengesizliklerin sonucu gelişebilir. Beynin fonksiyonlarını kontrol eden kimyasallara nörotransmiterler denir. Bir veya daha fazla nörotransmiterde bir dengesizlik varsa, bipolar bozukluk semptomları gelişebilir.

Genetik

Bipolar bozukluğun, genetiğe bağlı olduğu durumlarda vardır. Ailedeki birinci derece akrabalardan genetik aktarım sonucu kazanım yaşanabiliyor. Anne, baba veya kardeşte bipolar bozukluk olanların doktor kontrolüne gitmesi önerilmektedir. Bununla birlikte, bipolar bozukluktan tek bir gen sorumlu değildir. Bunun yerine, bazı genetik ve çevresel faktörlerin tetikleyici gibi davrandığı düşünülmektedir.

Tetikleyici Unsurlar

Stresli durumlar veya yaşanan travmalar genellikle bipolar bozukluğu tetikleyici unsurlar arasında yer almaktadır.  Bunlar; bir ilişkinin bitişi, fiziksel, cinsel veya duygusal istismar, yakın bir aile üyesinin ya da çok sevilen birinin ölümü veya beyin travmaları da bipolar bozukluğu tetikleyebilir.

Bu tür yaşam değiştirici olaylar, bir insanın hayatında herhangi bir zamanda depresyon dönemlerine neden olabilir.

Belirtiler

Bipolar bozukluk aşırı uç bir durumdur. Bipolar bozukluğa sahip olan bir kişi, mani aşamada olduğunun farkına varamayabilir. Mani dönem geçtikten sonra davranışlarını sorgulama aşaması ortaya çıkmaktadır. Birçok bipolar hastası çevresindeki kişilerin uyarıları ile hastalığı fark edebilirler.

İleri bipolar bozukluğu teşhisi alan bazı kişiler, diğer hastalara göre daha sık ve şiddetli dönemler geçirebilirler. Bu durum kişinin iş hayatını, arkadaşlık, aile ve özel ilişkilerini etkileyebilir.

Bipolar bozukluğu olan kişiler mani ve depresyon dönemlerinde orada olmayan şeyleri görme, duyma veya koklama gibi garip duygular yani halüsinasyonlar yaşayabilirler. Ayrıca diğer insanlara mantıksız görünen şeylere (sanrılara) inanabilirler.

Bu tip semptomlar tıpta psikoz veya psikotik atak olarak bilinir. Bipolar semptomları kişinin ruh halinde ya da davranışlarında öngörülemeyen değişikliklere neden olabilir ve bu durumda kişinin yaşamında ciddi zorluklar yaşamasına neden olabilir.

Bipolar bozukluğun belirtileri ise;

Mani dönemde;

Aşırı neşe

Olayların merkezinde olma duygusu

Hiperaktivite

Geçmişe oranla daha az uyku

Cinsel dürtülerde artış

Aşırı özgüven

Odaklanmada güçlük yaşama

Halüsinasyon görme

Hızlı konuşma

Yaratıcılık

Alkol ve uyuşturucu kullanımı

Sabırsızlık

Sürekli para harcama

Huzursuzluk gibi duyguların uç noktada yaşanmasıdır.

Depresif dönemde;

Uzun süre uyuma isteği

Yorgunluk

Keyifsizlik

Olaylara konsantre olmada zorluk çekme

Suçluluk hissetme

Umutsuzluk hali

Sürekli kuşku duyma

İştahsızlık

Sanrılar görme

Uyumada zorluk çekme

Çevresindeki insanlarla sürekli tartışma hali

Azalan cinsel istek

İntihar düşünceleri

Günlük işleri yerine getirememe şeklinde görülür.

Karma dönemde ise her iki atağa ait belirtilerinde sıklıkla görüldüğü bir dönemdir. Kişi çok mutlu bir ruh hali içerisindeyken, belirli bir süre sonra kendinden şüphelenibilecek duruma gelebilir

Tanı Yöntemleri

Bipolar bozuklukta tanı sıklıkla aile öyküsü alındıktan sonra klinik izlenimle konulabilir. İlk atağın çeşidi bipolar bozukluğu belirleyici unsurların başında yer alır. Eğer ilk atak depresifse bu hastalığın bipolar olup olmadığını anlamak durumu zorlaştırabilir.

Bir hastaya bipolar tanısının net olarak konulması için manik ve depresif atakların gözlemlenmesi gereklidir. Bipolar bozukluğun tanı olarak karmaşa yarattığı durumlar olabilir. Kişide alkol veya madde bağımlılığı gibi problemler varsa tanı koymak zorlaşabilir.

Bipolar bozukluk kendi grubunda yer alan diğer hastalıklarla karıştırılabileceği için buradaki en önemli faktör hastanın atak dönemlerinin gözlemlenmesidir. Psikiyatr tarafından hastanın mani veya hipomani durumunda kendine zarar verici düşüncelere kapılıp kapılmadığı, ailede bipolar bozukluğa sahip başka bir birey olup olmadığı gibi sorularla sorulur.

Hekim tarafından hastanın aşırı aktif tiroide sahip olma durumu da göz önünde bulundurularak çeşitli testler istenebilir. Yine beyindeki fonksiyonları gözlemlemek için MR ya da diğer görüntüleme yöntemlerinden faydalanılabilir.

Tedavi Yöntemleri

Bipolar bozukluğun tedavi süreci hastanın hekimle olan iş birliği ve aile yakınlarının tedavi sürecindeki destekleri oldukça önemlidir. Atakların ciddi bir bölümünde hasta ne hissettiğini, ne yaşadığını ve kendisinde ne tür değişikliklerin meydana geldiğini fark edemeyebilir. Bipolar bozukluğa sahip bir hasta ileri seviyelere kadar kendi durumundaki değişiklikleri gözlemleyemeyebilir.

Depresif dönemde hasta mutsuzluğundan, hayattan keyif alamamakta sürekli olarak yakınabilir ve hasta bunu anlayamayabilir. Fakat mani dönemde ise sıklıkla çevre tarafından fark edilen bir dönemdir. Bu dönemde atak dönemleri oldukça önemlidir.

Atak dönemlerinde hasta eğer depresif bir dönemdeyse genellikle antidepresanlarla duygu – durum düzenleyici ilaç tedavisi yapılır. Manik dönemde ise eğer psikotik belirtiler eşlik ediyorsa antipsikotiklerden faydalanılabilir.

SAĞLIK İÇİN OBEZİTE İLE MÜCADELE

Obezite genel olarak vücuda besinler ile alınan enerjinin, harcanan enerjiden fazla olmasından kaynaklanan ve vücut yağ kitlesinin, yağsız vücut kitlesine oranla artması ile açıklanan kronik bir hastalıktır. Günlük alınan enerjinin harcanan enerjiden fazla olması durumunda, harcanamayan enerji vücutta yağ olarak depolanmakta ve obezite oluşumuna neden olmaktadır.

Günümüzde önlenebilir ölümlerin sigaradan sonra gelen ikinci önemli nedeni obezite, kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, bazı kanser türleri, solunum sistemi hastalıkları, kas-iskelet sistemi hastalıkları gibi pek çok sağlık probleminin oluşmasına zemin hazırlamakta, hayat kalitesi ve süresini olumsuz yönde etkilemektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) obeziteyi en riskli 10 hastalıktan biri olarak kabul ederken, yine aynı örgüt tarafından yürütülen son araştırmalarda obezitenin kanserle yakın ilgisi olduğu belirlenmiştir.

Obezitenin en önemli risk faktörlerini; fiziksel aktivitede azalma, beslenme alışkanlıkları, yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, evlilik, doğum sayısı ve genetik oluşturmaktadır. Kalıtsal olarak da geçebilen obezite özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hızla yayılmaktadır. Ülkemizde ise kadınların yüzde 20,9’unun obez olduğu görülmektedir. Erkeklerde ise bu oran yüzde 13,7’dir. Toplamda ise Türkiye’de obezite oranı %17’dir.

Yol açtığı hastalıklarla birlikte sağlık harcamalarında en önemli yeri tutan obezitenin birçok kronik hastalıkla yakından ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu nedenle obezitenin etkenlerinin ve tedavi seçeneklerinin iyi bilinmesi, obezite ve komplikasyonlarının ideal tedavisinin tespit edilebilmesi açısından önemlidir.

Obezite tedavisi ise bireyin kararlılığı ve etkin olarak katılımını gerektiren, tedavisi zorunlu, uzun ve süreklilik arz eden bir süreçtir. Obezitenin etiyolojisinde pek çok faktörün etkili olması, bu hastalığın önlenmesi ve tedavisini son derece güç ve karmaşık hale getirmektedir. Bu nedenle obezite tedavisinde hekim, diyetisyen, psikolog, fizyoterapistten oluşan bir ekip gerekmektedir.

Obezite tedavisinde amaç, gerçekçi bir vücut ağırlığı kaybı hedeflenerek, obeziteye ilişkin morbidite ve mortalite risklerini azaltmak, bireye yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırmak ve yaşam kalitesini yükseltmektir.  Vücut ağırlığının 6 aylık dönemde %10 azalması, obezitenin yol açtığı sağlık sorunlarının önlenmesinde önemli yarar sağlamaktadır.

Psikoz

Psikoz Nedir?

Psikoz nedir, psikoz beyinimizin bilgileri işleme sürecini etkileyen bir durumdur. Psikoz, bireyin gerçeklik ile iletişimini kaybetmesine neden olur. Psikoz Psikoz yaşayan bireyler gerçek olmayan şeylere inanabilir, bunları görebilir veya duyabilir. Psikoz ne demek, psikoz bir hastalık değil bir belirtidir. Psikoz çeşitleri farklı olmakla beraber, mental veya fiziksel hastalık, madde kulanımı, aşırı stres veya travma psikozun ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir.

Psikoz, kişileri ilk defa gençliğin ilerleyen yaşlarında veya yetişkinliğin ilk yıllarında etkileyen şizofreni gibi psikotik bozukluklardandır. Bu hastalığın neden özellikle genç yaştaki bireyleri etkilediği henüz doktorlar tarafından tam olarak anlaşılmış değildir.  Psikoz ile ilgili olarak doktorlar ilk belirtileri (FED-Episode of Psychosis)  tespit etmeden önce bile bireylerin düşünme ve davranışlarında değişiklikler meydana gelebilir. Bu  süreç prodromal dönem olarak bilinir ve bazen günler, haftalar, aylar hatta yıllar boyunca sürebilmektedir.

Hem psikoz testi hem de psikoz tedavisi için Ankara ‘da  bilimsel gelişmelerin ışığında hizmet veren Erdem Psikiyatri Merkezi ‘ni ziyaret edebilirsiniz.

Psikozun Belirtileri Nelerdir?

Psikoz birden bire ortaya çıkan bir durum değildir. Genellikle teşhisten önce aşağıda sıralanan belirtiler oluşur. Bireyin ailesi veya kendisi rahatsızlık öncesi şu psikoz belirtileri gösterebilir.

  1. Ders notlarında veya performansta düşüş

  1. Odaklanma ve mantıklı düşünmede sorunlar

  1. Diğer bireylerin yakınında kuşkulu hissetmek veya rahat davranamamak.

  1. Kişisel bakım ve hijyen hususlarında aksamalar yaşamak

  1. Normale oranla daha fazla bireysel zaman geçirmek

  1. Durumun gerektirdiğinden daha fazla duygusal tavırlar göstermek

  1. Bazı durumlarda duygusuz davranmak

  1. Diğerlerinden farklı şeyler görmek, duymak veya hissetmek

  1. Diğer insanların söylediklerine aldırış etmemek

  1. Normal olmayan düşüncelere inanmak

  1. Arkadaş çevresinden veya aileden uzaklaşmak

  1. Kendi kendini umursamamak

  1. Düzgün düşünememek veya dikkat bozukluğu yaşamak

Psikozun ana belirtileri ise şunlardır;

  1. Halüsinasyon

Özellikle yalnız kalınan zamanlarda olmayan sesleri duymak, doku duyularına hitap eden açıklamakta zorluk yaşadığımız his ve dugulara sahip olmak ve normalde olmayan şeyleri görmek özelliklede insan şeklinde suretler görmek, halüsinasyonlara örnek olarak verilebilir.

  1. Sanrılar

Hem bireyin yaşam anlayışı ile ilgili olmayan hem de dışarda ki kişilere anlam ifade etmeyen inançlar sergilemek. Örneğin, eylem ve duygularının başkaları tarafından kontrol edildiğine inanmak. Sıradan olaylara veya tesadüflere aşırı anlam yüklemek, sanrılar arasında sıralanabilir.

  1. Düşünce Bozuklukları

İlişkili olmayan konular arasında geçişler yapmak, farklı düşünceler arasında bağlantılar kurmak.

  1. Konsantrasyon Bozukluğu/Eksikliği

Psikoz, sebep olan unsura bağlı olarak yavaş veya hızlı ortaya çıkabilir. Yine çoğu durumda belirtiler yavaş başlar özellikle ilaç kullanımının sonlanması ile süreç hızlanabilir.

Psikozun Nedenleri Nelerdir ?

Her bir psikoz vakası kendine has özellikler taşımakla beraber her psikozun nedeni tam olarak belli değildir. Bununla birlikte psikoza neden olan bazı genel hastalık ve durumlar vardır. Bu hastalıklara geçmeden önce şu hususuda belirtmekte fayda var; uyku eksikliği, uyuşturucu kullanımı, aşırı alkol tüketimi gibi hususlarında psikozu tetikleyen yan etkenlerdir.

Psikoza sebep olan hastalıklar,

– Beyin Hastalıkları (Parkinson, Huntington vb.)

– Beyinde meydana gelen tümör ve kistler

– Alzheimer hastalığı

– HIV, sifiliz hastalıkları

– İnme

– Bazı epilepsi türleri

Psikoz Tedavisi Nasıl Yapılır ?

Bazı psikoz tedavi yöntemleri şunlardır;

  1. Hastanın Sakinleştirilmesi

Psikoz etkisindeki hastalar bazen yaşanılan tedirginlikten dolayı çevrelerine zarar verecek şekilde davranabilirler. Verilecek zararın önüne geçilebilmesi için hastanın sakinleştirilmesi iyi bir yöntemdir. Bu maksatla genelde doktorlar enjeksiyon veya sıvı ilaç kullanabilirler.

  1. İlaç Tedavisi

Psikoz tedavisinde ilaçların etkinliği oldukça fazladır. Antipsikotik adı verilen bu ilaçlar genelde halüsinasyonları ve sanrıları azaltmada etkilidir. Psikozu kontrol altına almak için ilaç tedavisi genelde geçici bir dönem için kullanılmaktadır.

  1. Terapi

Hastalar tarafından görülen veya duyulan şeylerin gerçek olup olmadığının anlaşılmasında ve ayrıca psikozun teşhisinde terapi yöntemi etkili bir yoldur. Özellikle, ilaçlar ile giderilemeyen rahatsızlılarda bu yöntem kullanılmaktadır.

Sanrılı Bozukluklar(Hezeyanlı Bozukluklar)

Düşüncenin Tuzağı : Sanrılı Bozukluklar(Hezeyanlı Bozukluklar)

Sanrılı bozukluk, toplumda sık rastlanan bir durum değildir. Toplumda nadir görülmesinde, hastaların hastalığını kabul etmemesi ve bu nedenle çare arayışlarına girmemesi bir etken olabilir…

2000 yıl önce eski Yunan’lılar tarafından kullanılmaya başlanan paranoya (paranoid bozukluk), para ve nous kelimelerinin birleşmesinden ortaya çıkmıştır. Yandan düşünme anlamına gelmektedir.Paranoya terimi, tarihsel süreç içinde Vogel, Pinel, Heinroth, Kahlbaum, Kraepelin, Bleuler, Freud, Meyer, Kretschmer ve Cameron tarafından kullanılarak günümüze kadar güncelliğini ve önemini korumuştur.

Alman filozof Kant’ın etkisinde kalan Heinroth ise 1818 yılında akıl hastalıklarını, entelektüel yetilerde, irade ve duygularda bozulma olarak değerlendirmiş ve paranoyayı da düşünce bozukluğu olarak kabul etmiştir. Paranoya, Kraepelin tarafından kronik, sistemli ve tedavi edilemeyen sanrılarla birlikte giden fakat yıkım göstermeyen akıl hastalığı olarak tanımlanmıştır.

Günümüzde ise Amerikan Psikiyatri Birliği ve Dünya Sağlık Örgütü sınıflandırmaları, paranoyayı, paranoid bozukluğunu sanrılı bozukluk olarak adlandırmaktadır.

Sanrılı bozukluk, toplumda sık rastlanan bir durum değildir. Toplumda nadir görülmesinde, hastaların hastalığını kabul etmemesi ve bu nedenle çare arayışlarına girmemesi bir etken olabilir. Kendler tarafından yapılan bir araştırmada, sanrılı bozukluğun görülme sıklığının yüz binde 0,7-3 olduğu gösterilmiştir. Hastalık ortalama 40 yaş civarında başlar ve kadınlarda, evlenmeyen kişilerde ve göçmenlerde daha fazla görülür. Çelişkili sonuçlar olmasına karşın kalıtımın sanrılı bozuklukta rol oynayabileceği görüşü hakimdir. Bu hastalık premorbid kişilik ve sosyal izolasyona neden olan etmenlerle ayrıca aile yapısı ve nörobiyolojik patolojilerle açıklanmaya çalışılmaktadır.

Freud ise yatkınlığı olan kişilerde, paranoid belirtilerin, inkar ve yansıtma savunma düzenekleri yoluyla ortaya çıktığını düşünmüştür. Kişinin, kendi yetersizliğini ve kendine güvensizliğini bilinçli olarak kabul etmediğini fakat bunları dış dünyaya yansıttığını belirtmiştir. Freud, paranoid belirtilerin, bilinçsiz homoseksüel eğilimlere karşı inkar ve yansıtma savunma düzeneklerinin aşırı kullanıldığında ortaya çıkabileceğini öne sürmüştür. Bu görüşü, Dresden mahkemesinde yargıç olan Daniel Schreber üzerinde yaptığı incelemeden doğmuştur. Freud, Schreber ile hiç karşılaşmamış fakat onun paranoid hastalığının otobiyografik öyküsünü (şu anda paranoid şizofreni olarak kabul edilen) ve doktoru olan Weber’in raporunu okumuştur.

Freud, Schreber’in, homoseksüelliğini bilinçli olarak kabul edemediğini ve “o adama aşığım” düşüncesini inkar edip reaksiyon formasyon ile “o adamdan nefret ediyorum” şeklinde düşündüğünü, bu düşüncenin de yansıtma ile “ondan nefret eden ben değilim, benden nefret eden o” şeklinde değiştiğini, bununda “onun bana düşmanlığı var” haline dönüştüğünü ileri sürmüştür. Freud, bütün paranoid sanrıların, bir erkeğin başka bir erkek hakkında “onu seviyorum” demesindeki çelişki ile ilişkili olabileceğini düşünmüştür. Daha sonra da kıskançlık sanrılarının bilinçsiz homoseksüellik ile ilgili olduğunu iddia etmiştir; kıskanç koca,karısıyla ilişkisi olduğunu iddia ettiği adamdan bilinçsiz bir şekilde etkilenmektedir. Bu etkilenme zamanla, “ona aşık olan ben değilim, ona aşık olan karım” şekline dönüşür. Bir zamanlar bu düşünceler yaygın bir şekilde kabul edilmekle birlikte günümüzde fazla kabul görmemektedir. Bu düşünceler klinik deneyimlerle desteklenememiştir.

1963 yılında, Cameron aşırı duyarlı ve asosyal kişilerde sanrılı bozukluğun gelişebileceği üzerinde durmuştur. Temel güven duygusunun önemini vurgulamıştır. Hastalığı dört döneme ayırması dikkati çeker.

Somatizasyon döneminde, hastanın yoğun bir sıkıntı ve güvensizlik içinde oluşu, kendisi için tehlikeli olabilecek dış dünya ile ilişkisini azaltmaya başladığı dikkati çeker. Herşey değişmeye başlamıştır. Kendisinde de bir gariplik olduğu şeklinde hisler yaşamaya başlar. Bazı somatik belirtiler önemsenip bu yaşanan sıkıntılar azaltılmaya çalışılır. İkinci dönem olan ilk kristalizasyon dönemde ise : bilinç dışı güvensizlik, düşmanlık duygularının dışa yansıtılması giderek artan bir şekilde devam eder. Bu yansıtma hastanın savunma sistemini oluşturmaktadır. Hasta her şeyin kendisini şaşırtmak ve denenmek için yapıldığına, kendisi hakkında bilgi toplandığına çevresindeki insanların iyi niyetten yoksun olduğuna ve kendisi ile uğraşıldığına inanmaktadır. Bunların neden yapıldığı hakkındaki düşünceleri henüz netleşmemiştir. Yalancı toplum döneminde hasta yalancı bir toplum yaratarak kimler tarafından ve neden planlar yapıldığı konusundaki düşünceleri netleşmeye başlar. Bu sanrılı

organizasyon ile dış dünya arasında yeniden ilişki kurulmaya başlanır. Hasta artık düşmanlarını bilir ve korunmak için bir çaba içine girer. Paranoid davranış (panik) dönemi hastaların her şeyi tehdit olarak algılayıp toplumdan uzaklaştığı bir dönemdir. Saklanma süreci başlamıştır. Kaçamayacağını anladığı anlarda saldırgan davranışlar gösterebilir. Saldırganlık, kendisine veya dış çevreye yönelik olabilir. Hasta yoğun bir endişe ve sıkıntı içindedir.

Sanrılar

Paranoid sanrıların en sık karşılaşılanı, kötülük görme tipte olanlarıdır. Sanrılı bozukluklar büyüklük, kıskançlık ve zaman zaman aşk, hak arama veya dinsel sanrılarla ilişkili olabilir. Bu tür sanrıların birlikte gruplanması yararlı olabilecektir. Bunun nedeni paranoid teriminin içeriğinde, kişinin inançlarının veya kendisi ve diğer insanlarla olan ilişkilerindeki tavırların hastalıklı bir biçimde çarpıtılmasının bulunmasıdır. Eğer bir kişi yetersiz bir şekilde saldırıya uğradığını, kötülük gördüğünü, aşağılandığını veya ünlü bir kişinin kendisine aşık olduğunu düşünüyorsa, kendisiyle diğer insanlar arasındaki ilişkilerinde hastalıklı olarak çarpıtılmış bir yol izlemektedir.

Sanrı, tartışılmaya açık olmayan ve kişinin sosyokültürel yapısıyla uyumlu olmayan bir inanç olarak tanımlanır. İnsanın düşünce ve inanç sistemindeki karmaşıklık sanrıların da çok çeşitli tür ve tanımlamalarına yol açar.

Perseküsyon sanrıları; kişinin (ya da bir yakınının) saldırıya uğradığı, ona (ya da bir yakınına) rahat verilmediği, aldatıldığı, baskı yapılmak istendiği ya da ona (ya da bir yakınına) karşı el birliği ile çalışıldığının başlıca tema olduğu sanrıdır. Perseküsyon sanrısı olan kişiler, kendilerine komplo hazırlandığına veya bir yolunu bulup kötülük yapılacağına inanırlar. Kişinin izlendiğine, mektuplarının açıldığına, evine ya da işyerine gizli dinleme cihazları yerleştirildiğine telefonlarının dinlendiğine ya da polisin, devlet görevlilerinin, komşularının ya da iş arkadaşlarının kendisine rahat vermediğine (taciz ettiğine) inanması sık karşılaşılan görünümlerdir.

Kıskançlık sanrıları; Cinsel eşin sadakatsizlik gösterdiğine dair sanrıdır. Hasta, eşinin bir başkası ile ilişki içersinde olduğuna inanır. Kişi böyle bir ilişkinin varlığını kanıtlamak için genellikle büyük çaba sarfeder. Çok çeşitli “ipuçları” birer “kanıt” olarak değerlendirir. Yatak örtülerinin üzerinde saç arar, eşinin giysilerinin üzerinde tıraş losyonu ya da sigara kokusu bulmak için giydiklerini koklar, sevgilisine bir hediye alıp almadığını ortaya çıkartmak için

faturaları veya çekleri inceler. Sıklıkla, her ikisini birlikte yakalamak için ince planlar yapar. Othello sendromu adı da verilmektedir.

Büyüklük sanrıları ; Çok değerli, güçlü, bilgili/ üstün bir kimliği olma, kutsal bir güç, ünlü bir kişi ile özel ilişkide bulunmaya dair sanrıdır. Hasta, özel güçleri veya yetenekleri olduğuna inanır. Kendisinin ünlü bir sanatçı, devlet adamı veya peygamber, Mesih gibi gerçekten ünlü bir kişi olduğunu düşünebilir. Mükemmel bir kitap yazdığına, büyük bir beste yaptığına ya da harika bir buluş geliştirdiğine inanabilir. Çoğu zaman başkalarının onun düşüncelerini çalmaya çalıştığından şüphelenebilir ve yetenekleri konusunda şüpheye düşülürse çok sinirlenir.

Somatik sanrılar ; İçeriği, kişinin vücudunun görünümü ya da işlevi ile ilgili sanrıdır. Hasta bir şekilde vücudunun hastalandığına, anormal olduğuna ya da değiştiğe inanır. Örneğin; midesinin ya da beyninin çürüdüğünü, ellerinin yada penisinin büyüdüğünü, yüz görünümünün acayip olduğunu (dismorfofobi) düşünür.

Othello Sendromu (Patolojik kıskançlık)

Patolojik kıskançlıkta başlıca özellik, eşin sadık olmadığına dair anormal bir inanıştır. Bu durum patolojik olarak adlandırılır çünkü bu inanışın temeli yetersizdir ve mantıklı bir tartışmadan etkilenmez. Patolojik kıskançlık için cinsel kıskançlık, erotik kıskançlık, morbid kıskançlık, psikotik kıskançlık ve othello sendromu gibi değişik isimler kullanılmıştır.

Olasılıkla erkeklerde kadınlardan sık görülmektedir. Her bir kadına karşılık iki erkeğin etkilendiği bilinmektedir. Buna karşın psikiyatri servisinde yatan hastalarda, soyka ve ark’ının paranoid şizofreni hastalarında yaptığı retrospektif bir çalışmada kıskançlık sanrılarının kadınlarda erkeklerden daha fazla bulunduğu görülmüştür. Bununla birlikte, alkolik psikozlu hastalarda, kıskançlık sanrısı erkek hastalarda daha yüksek oranda saptanmıştır.

Shakaspeare, Othello adlı eserinde paranoid özellik gösteren bir kıskançlığı dile getirir. Bu trajedide Othello cesaretli, içten ve saf bir kişi olarak tanımlanmıştır. Othello ve karısı Desdemona, Deego’nun oyununa gelirler. Deego, karısının sadakatsizliği konusunda Othello’yu etkilemiştir. Şüpheler, yerini giderek değiştirilemez, doğruluğu konusunda katı düşüncelere, yani sanrılara bırakır. Artık karısının sadakatsizliğinden başka bir şey düşünemez olur. Sonuçta kontrolünü kaybederek Desdemona’yı öldürür. Othello yaptığı yanlışlığın farkına vardığında ise yoğun bir pişmanlık yaşar ve kendini öldürür.

Sanrı şeklinde kendini güçlendiren kıskançlık zamanla şiddet davranışına da dönüşebilir. Bu sendromda belirtilen en önemli özellik eşin sadakatsizliği konusundaki sanrısal düşüncedir.

Clerambault’un Tutku Psikozu (Eratomani)

Fransız ve İtalyan psikiyatri literatüründe saf erotomani olarak geçen bu sendroma bu konu ile çok uğraşması nedeniyle Clerambault’un adı verilmiştir.

2 Temmuz 1872 yılında Bourges’de doğan, Katolik eğitimi alıp kilise korosunda çalışan Gaétan Gatian de Cléramboult, 8 yaşında Sante-Marie de Bourges okulunda eğitimine başlamıştır. Clérambault’nun ailesi 1881 yılında Bourges’u terk ederek Guéret yerleşmiş, 1885’te Gaétan Stanislas kolejine, 100 kişi arasından matematikte birinci, Yunanca da beşinci olarak kabul edilmiştir.

Edebiyat, müzik, resimle ilgilenen Gaétan, dekoratif sanatlar alanında 2 yıl eğitim almıştır. Babasının etkisi altında önce hukuk eğitimi alan daha sonra Paris’te tıp fakültesine başlayan Clérambault, Psikiyatri’de uzmanlaşmış fakat 1. Dünya Savaşının çıkması, kariyerinin sonlanmasına neden olmuştur. Birçok cephede savaşmış, 1915 yılında sağ omzundan yaralanmıştır. Fas’a gitmeyi talep etmiş, Afrika’ya giden ilk birlikte yer almıştır. Hastaları daha iyi anlayıp onları daha iyi tedavi edebilmek için Arapça öğrenmiştir. Doğu cephesinde çarpışmış, bacağından ciddi şekilde yaralanması sonucunda Paris’ten gelen hekimlerin bulunduğu Selanik’te tedavi görmüştür. Coşkulu bir vatansever olan Clérambault, Légion d’Honneur ile ödüllendirilmiştir.

Savaş sonrasında, 1920 yılında erotomani ile ilgili yayınları çıkmıştır. “Mental otomatizm” kavramını ortaya atarak bunun varsanısal yaşantılarını gelişiminden sorumlu olduğunu ileri sürmüştür. Çalıştığı hastanede, 29 yıl boyunca her gün özetini not ettiği gözlemlerini yazmıştır. “Tutku psikozu” olarak değerlendirilen Clérambault Sendromu, 1927 yılında tanımlanmıştır.

Barselona’da 1934 yılında geçirdiği katarakt ameliyatı sonucunda büyük ölçüde görebilmeye başlamış yine de bu sorun gururlu biri olan Clérambault’yu ciddi şekilde etkilemiştir.

Gözlerindeki rahatsızlık nedeniyle sanatla ilgilenmesi yasaklanan Clérambault yaşamının son aylarında yoğun bir anksiyete yaşamaya başlamış ve aynı dönemde yaşadığı bir nörolojik rahatsızlıkta Cléerambault’nun yatağa bağlanmasına neden olmuştur. Hem hareketsizlik hem de birkaç ay içinde yeniden ortaya çıkan görme kaybının derin şekilde etkilediği Clerambault, 1934 yılında intihar etmiştir.

Clerambault’un tutku psikozu, sadece, erotomanik bir sanrının varlığıyla tanımlanan bir bozukluk olup, çoğu kez bir kadın hastanın tanımadığı bir erkeğin kendisine aşık olduğu sanrısının varlığıyla kendini gösterir.

Hasta genellikle bekar bir kadındır. Sanrının hedefi olan kişi, hastayla kısa süreli ve yüzeysel ilişkisi olan, daha yaşlı, daha yüksek toplumsal statüsü bulunan biridir. “Kurban” genellikle tanınmış bir politikacı, sanatçı, televizyon yıldızı, doktor veya din adamı olmaktadır. Hastayla hedef kişiler arasında herhangi bir duygusal ilişki bulunmamakta, bu kişiler tarafından böyle bir inanışa neden olabilecek herhangi bir davranış gerçekleştirilmemektedir.

Önceleri durumun farkında olmayan “kurban” tekrarlayıcı telefonlar, mektuplar ve ilişki teklifleriyle giderek daha rahatsız olmaktadır. Hastalık genellikle orta veya ileri yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Sözde aşık, genellikle ünlü bir televizyon yıldızı gibi hastanın ulaşmasının güç olduğu bir kişidir. Hasta, sanrısının hedefi olan kişinin, onu, kendisinin onu sevdiğinden daha fazla sevdiğine inanmakta, bu kişinin onsuz yaşayamayacağını hissetmektedir. Hastaya göre, sözde aşık ona yaklaşmakta güçlük çektiği için duygularını açıklayamamaktadır.

Eromatik sanrıları olan hastalar tehditkar ve tehlikeli davranışlar sergileyebilmektedir. Sanrıların hedefi olan kişi bu durumdan kurtulabilmek için polise başvurmakta fakat bu yardım anlayışı da hasta tarafından bir ilgi belirtisi olarak değerlendirilmektedir. Hasta kişiyi rahatsız etmeyi sürdürmekte, erotomanik sanrıları perseküsyon sanrıları izlemektedir. Bu sanrılı aşkın önünde durduğuna inanılan kişiler hastanın şiddet davranışlarına hedef olabilmektedir.

Türkiye’de psikiyatrinin gelişimine önemli katkıları olan Rasim Adasal erotomaniyi şöyle anlatmaktadır:

“Levy-Valansi’nin dediği gibibaşkası tarafından sevildiğini zannetmek, hattızatında çok tatlı bir şeydir; pek az kimse onu tanımamak talihsizliğine uğramıştır. Fakat bir kimsenin kendini reddeten, kapısını yüzüne kapatan, hizmetçileri ile sokağa attıra, polise şikayet eden, tevkif ettirerek hapse veya bir müesseseye tıktıran tarafından hala sevildiğine inanması herkes için deliliktir.Clérambault ismindeki bir Fransız müellifin erotomani hakkındaki tasnifi klasik olmuştur. Ona göre bütün sevgi sahnelerinde en aşağı umumiyetle iki ayrı cinsten, iki aktör vardır. İki aktörden bir tanesi sujet yani hasta, diğeri objet yani kurbandır. Sujet ekseriya bir kadındır. Clérambault’a göre objet daima daha yüksek sosyal bir seviyededir, zira ertomanda hakiki aşktan ziyade gurur vardır. Bu itibarla objet ya bir cumhurbaşkanı, bir vakamızda olduğu gibi genelkurmay başkanı, yabancı memleketlerde bir kral, bir prens veya bir papazdır. Bazı kadınların doktor muayenehanelerinden hiç çıkmadıkları, bazı hocaların vaizlerini hiç kaçırmadıklarını daimi görmekte ve işitmekteyiz. Bu arada sinema artistlerini de unutmamalıdır. Burada da sahneyi yanlış tefsirler açar. Bir hekimin meslek icabı hastasına fazla iltifat etmesi, bir hocanın vaiz verirken ekseriya bir çehre üzerinde durması, bir artistin herkezin üzerine alabileceği devamlı tebessümlü olarak kabul edilir. Gitgide tefsirler artar. Camiye giderken kadınlar birbirini dürterek hocanın sevgilisi olarak kendisini göstermekte, gazinoya girdiği zaman patron ve garsonlar yüzüne manalı manalı bakarak gülümsemektedirler. İyice benimsediği bu aşkı tahakkuk ettirmek üzere sevgilisine mektup yazar, telefon eder, randevu ister. Bu Clérambault’un tarif ettiği ümit sayfasıdır. Mektuplarına cevap gelmeyince, müracaatta red ile karşılaşınca hasta hayrete düşer ve bu türlü harekete mana veremez. Bu Clérambault’nun gücenme safhasıdır. Daha sonraları sözde mevcut bütün delilleri ortaya dökerek bu sevginin çok eski bir mazisi olduğunu, bu türlü harekete mana veremediğini, kendi aşkı ile oynamanın tehlikeli bir şey olduğunu ileri sürer. Bu Clérambault’nun tarif ettiği son safha yani kin safhasıdır. Bu safhada hasta tehlikeli mediko-legal reaksiyonlar gösterebilir”

Tedavi; bu bozukluk grubu psikiyatriste başvurmaz, çünkü var olan hezeyan(sanrı) dışında herşey sorunsuz devam eder, özel hayat dışında (somatik tip hariç) işlevsellikte aksama yoktur. bu tür sorun yaşayan kişiler ile ilişkisi olanlar dikkatli olmalı, öyle birini anlamak ve o kişiye cevaplarda etkileşimde ne yapacağını bilemediği durumlarda uzman önerisi almalıdır. genellikle ilaç desteğinden fayda görürler. ama ilaç kullanmak istemezler. terapi desteği de önemlidir.

ŞİZOAFFEKTİF BOZUKLUK

Belki de hemen herkesin bildiği, haberdar olduğu birkaç bozukluktan biri olan şizofreni birkaç alt başlıktan oluşur. Süresine ya da gidişatına göre ayrılan türlerinden biri de aşağıda inceleyeceğimiz şizoaffektif bozukluk rahatsızlığıdır.

Öncelikle affektif bozukluğun ne olduğuna kabaca değinirsek, duygudurum bozukluğu olarak tanımlarız. Bu tanımdan yola çıkarak “Şizoaffektif bozukluk nedir?” sorusunu “Şizofreni belirtilerine eklenen affektif bozukluk belirtileri.” şeklinde yanıtlarız.

Şizoaffektif hastalarında bu belirtileri aynı anda izleyebileceğimiz gibi epizodik bir seyirde yani farklı zamanlarda da gözlemleriz. Gözlenen psikotik belirtiler affekte uygun olabilir de olmayabilir de.

Mani ve depresyon belirtilerini de barındıran şizofreni hastalığının şizoaffektif bozukluk genetik aktarımı olduğunu destekleyen çalışmalar vardır.

ŞİZOAFFEKTİF BOZUKLUK BELİRTİLERİ (DIŞARIDAN DA GÖZLENİR)

şizoaffektif bozukluk

Şizoaffektif bozukluk belirtileri

Psikotik bozuklukların bir türü olarak tanımlanan bu bozukluğun belirtilerini incelemek için önce şizofreni belirtilerine bakmalıyız:

Bir ay boyunca aşağıda sayılan belirtilerden 1., 2. Ya da 3.den en az birini içerecek şekilde iki ya da daha fazlasının görülmesi:

Heyezanlar

Halüsinasyonlar

Dağınık konuşma (laf salatası)

Dağınık (anlamsız, dengesiz) ya da katatonik (donuk) davranış

Silik semptomlar: duygusal donukluk, düşünce-konuşma fakirliği, bir işe başlamada ya da sürdürmede zorluk çekme, isteksizlik

İşlevselliğin bozulması: Kişisel bakımda, iş yaşamında, sosyallikte önemli aksaklıklar yaşanır.

Süre: bu belirtiler en az 6 ay gözlenir.

Psikotik hastalığı şizoduygulanımsal bozukluk olarak tanımlamak için ise aşağıda sayacağımız belirtileri karşılaması gerekir:

Hastalık dönemi esnasında yukarıda sayılan şizofreni belirtilerinin A ölçütünün yanında eşzamanlı ya da dönemsel olarak görülen majör depresif ya da manik ya da her ikisini de barındıran dönemlerin varlığı.

ŞİZOFRENİ İLE ŞİZOAFFEKTİF ARASINDAKİ FARKLAR

Halk arasında yaygın bilinen psikiyatrik hastalıklardan olan şizofreniden şizoaffektif bozukluk belirtileri ile ayrılır.

Doğru tanı koymak, tedaviye başlamak ve hastayı sağaltmak için çok kritiktir; hastalık psikoza eklenen duygudurum bozukluğu olarak tanımlandığından bu hastalığın şizofreni ya da bipolar ile karıştırılması olasıdır.

Çökkünlük ile birlikte giden sanrı ve halüsinasyonlar şizo-depresif; mani belirtileri ile giden ise şizo-manik olarak adlandırılır.

Aşağıda şizoaffektif bozukluğun tanı kriterleri epizodik şekilde ayrılmıştır:

Depresyon dönemi:

İştah azalması

Hızla kilo alma ya da kilo kaybetme

Uyku ihtiyacında artış ya da azalma

Aşırı irritable/huzursuzluk hali

Enerji toplamada güçlük çekme

İsteksizlik

Değersiz ya da umutsuz hissetme

Suçluluk duygusu

Odaklanma güçlüğü

Zihinde dolaşan ölüm ve intihar düşünceleri

Mani dönemi

Sosyal hayatta, iş yaşamında ya da cinsellikte aktivite artışı

Hızlı, karmaşık konuşma

Zihinde hızla dönen düşünceler

Azalan uyku ihtiyacı

Özgüvenin ve benlik saygısının tavan yapması

Dikkat dağınıklığı

Riskli davranış paternleri

Psikotik belirtiler

Sanrılar

Halüsinasyonlar

Ardışık olmayan düşünceler

Bilinmedik davranışlar

Hareketlerde yavaşlama

Konuşmada ve mimiklerde duygu yansıtamama

Motivasyonsuzluk

Konuşma ve iletişimde problemler

Yukarıda bahsettiğimiz sosyal sorunlardan dolayı, şizoaffektif bozukluk olanlar evlenebilir mi diye sorulursa yanıt açıktır. Mezun olma, iş hyatına atılma ya da evlilik gibi önemli adımların ertelenmesi önerilir. Yalnız önemli bir nokta, şizoaffektif bozukluk ile zeka geriliğinin birbirine karışmaması gerektiğidir. Bu bozukluk zekayı etkilemediği gibi zeka geriliği de buna neden olmaz.

ŞİZOAFFEKTİF BOZUKLUK TEDAVİSİ

Hastalığın izlenen belirtilerine ilk etapta tanı koymaktan kaçınılır çünkü süre ve belirtiler belirleyicidir. Tanı aldıktan sonra çok boyutlu tedavi süreci başlar. Hospitilizasyon -hastaneye yatış-, farmakoterapi -ilaç tedavisi- ve psikososyal müdahaleler bağlamında gerçekleşir.

Farmakoterapi başlığı altında şizoaffektif bozukluk tedavisinde kullanılan ilaçlar respadril gibi antipsikotiklerin yanında depresif tür için antidepresanlar olarak belirlenmiştir. Bipolar türünde de lityum kullanımı yaygındır.

Hospitilizasyon sürecindeki hastaya uygulanan yöntemlerden biri EKT olacaktır.

Hastalığın genetik, biyolojik etmenlere önemli ölçüde dayandığı bilinse de biyolojik tedavilerin yetersiz kalacağı açıktır. Bir yandan uygulanan psikososyal müdahale ile şizoaffektif bozukluk iyileşme süreci; silik semptomlardan kurtulma, sosyal hayata geri dönüşü kolaylaştırma ve hastalığın etiketinden kurtulmayı sağlama ile desteklenir ve hızlandırılır. Psikososyal müdahaleler, birey, grup, aile, uğraş terapileri olarak örneklendirilir.

Merak konusu olan “Şizoaffektif bozukluk tedavisi ne kadar sürer?” sorusu “Şizoaffektif bozukluk nasıl tedavi edilir?” sorusuna ve hastalığın ilerleyişine paraleldir. Genellikle uzun soluklu olan tedavi süreçleri ömür boyu da sürebilir. “Şizoaffektif bozukluk iyileşir mi?” sorusu ise en iyimser şekilde, terapi süreçleriyle sosyal hayata ve gerçekliğe dönme ile işlevsellikle olumlu artış olarak yanıtlanır.

Önemli bir not olarak eklemek gerekirse, bilindiği üzere psikiyatri hastalıklarının belirli engel oranı vardır. Cetvelde şizoaffektif bozukluk engel oranı tedavi gördüğü esnada çalışabilen 45, tedavi gördüğü halde çalışamayan ise 80 olarak belirlenmiştir.

Emdr terapisi, bilişsel davranışçı terapi ve dinamik psikoterapi ilaçsız yöntemlerdir.

Whatsapp